13 Mart 2009 Cuma

Alfred (Ahmed) Rüstem Bey

...Çankaya Köşkü’ndeki bir yemek sırasında, henüz yemek bitmeden sigarasını yakması üzerine Mustafa Kemal tarafından uyarılınca sofrayı terketti ve Mustafa Kemal’i düelloya davet etti. Mustafa Kemal’in karşılığı “Frenkçe bir davranış, çocukça. Gidin ikaz edin” oldu...

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş, bir süreçten çok bir kırılma, yokoluş ve yeniden doğuş olarak gösterilmek istenir, çünkü savaş kazanmak bir ülke idare edebileceğiniz anlamına gelmez, nitekim Churchill de II. Dünya Savaşı’nı kazanmış ama seçimleri kaybetmişti. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yeni bir elitin idareyi ele alabilmesi için eskiyle bağın koparılması devr-i sabık yaratılması yolu tercih edildi. Halide Edip Mustafa Kemal’e 'İzmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam, çok yoruldunuz' dediğinde 'Dinlenmek mi? Yunanlılar’dan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz' cevabını aldığında, kendisinin de 1939’a kadar yurtdışında sürgünde kalacağını az çok tahmin etmiş olsa gerektir.

Ankara’ya yola çıkan Heyet-i Temsiliye üyeleri 19 ve 20 Aralık geceleri Kayseri’de konaklar. Mustafa Kemal’in bir yanında Rauf Bey, diğer yanında Alfred Rüstem Bey (sakallı), 20 Aralık günü Kayseri’de

Cumhuriyet’in Cumhuriyet’ten yaşlı okulları hatta -yakın zamana kadar- uygulamada olan yasaları mevcutken, bu yeni yönetici elitin Osmanlı’dan kopuk olması mümkün müdür? 1926 İzmir Suikast’i Davası’ndan sonra Mustafa Kemal’in etrafında kala(bile)n iki üst düzey kişiden biri olan Fevzi (Çakmak) Paşa Osmanlı Devleti’nde işgal döneminde Genelkurmay Başkanlığı (o zamanki adı Erkan-ı Harbiye Reisliği) yapmış bir askerdi. Mustafa Kemal’in diğer sağ kolu İsmet (inönü) Paşa ise İttihat ve Terakki iktidarı döneminde Enver Paşa’nın ordudaki sadık ve yakın çalışma arkadaşlarından biriydi. Mustafa Kemal’in bizzat kendisi de son Osmanlı padişahı Vahideddin’in fahri yaveri idi.

Osmanlı ve Türkiye dokularını birbirine ilikleyen bir başka isim, Fevzi ve İsmet Paşa’lar gibi Cumhuriyet döneminde rolü olmamakla beraber, Sivas Kongresi, Heyet-i Temsiliye, Meclis-i Mebusan, TBMM gibi Milli Mücadele’nin önemli merhale ve kurumlarında rolü olan bir diplomat, Alfred Rüstem Bey’dir. Alfred Rüstem Bey, Osmanlı döneminde Washington Büyükelçiliği’nde bulunmuş bir hariciyecidir, bununla beraber özellikle Ermeni Tehciri konusunda Türkiye hariciyesinin bügün bile hala aşamadığı politik tavrı nedeniyle, Cumhuriyet dönemi dışişleri kadroları tarafından da rahmet ve saygıyla anılır.

Polonya asıllı Bilinsky ailesi 1854’te İstanbul’a yerleşir. Alfred Rüstem’in babası Osmanlı’da hariciye hizmetine girer, müslüman olur ve Nihad ismini alır. Görevli olarak bulunduğu Midilli’de 1862’de İngiliz (İngiliz istihbarat raporlarına göre ise İskoç-Ermeni asıllı) eşinden Alfred Rüstem dünyaya gelir.

Babası gibi hariciyeye girer, 1886’da görevli olarak Amerika’ya gönderilir. Washington elçilik ikinci katibi iken büyükelçilik görevlilerinin işlediği zimmet suçları ve suistimalleri rapor eder. Sonuç alınabilmesi için bu bilgileri İngiltere’de Daily Mail gazetesinde makale olarak yayınlatınca sonuç almakla birlikte, Osmanlı’nın küçük düşürülmesi merkezin hoşuna gitmez ve Alfred Rüstem Bey’i geri çağırır. 1903’te görevinden istifa edip Londra’ya gider, Mısır’da akrabaları bulunduğu için oradan İskenderiye’ye geçer. 1908’e kadar Mısır’da gazetecilik yapar, Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a döner ve tekrar hariciyeye girer. 1909’da bir yıllığına Washington’a gönderilir. Dönüşte Paris’te bir yolsuzluğu ortaya çıkarmakla görevlendirilir. Daha sonra Karadağ’a büyükelçi olarak atanır, 1912’de Balkan Savaşı çıkınca geri dönmek zorunda kalır. Dönüşte gönüllü er olarak Osmanlı ordusunda savaşa katılır. 1914’te Mısır’daki akrabalarının karşı çıkmalarına rağmen babası gibi müslüman olur, Ahmed ismini alır. Aynı yıl Washington’a tekrar, ancak bu kez büyükelçi olarak gönderilir.

Amerikan basınında tehcir ve Osmanlı aleyhine şiddetli yayınlar yapılmaktadır. Bunun üzerine kendisi de Evening Star gazetesine bir demeç verir:

"Savaş şartlarındaki Türkiye'de bazı gruplara karşı tedbir alındığını inkâr etmem. Ancak tedbirin hedefi tüm Hıristiyanlar değil vatandaşlık bağıyla bağlı oldukları devletin yüzüne karşı onun düşmanlarıyla işbirliği yaptıklarını söylemekten çekinmeyen Ermeniler’dir. Bu tedbirleri almak Osmanlı devletinin hakkı ve görevidir. Rusya memleketlerinin özgürlüğü için savaşan Cezayirlileri mağaralara doldurup dumanla boğarken Amerika neredeydi? Ya da komün dayanışması yüzünden bunu alkışlayan Fransa! Hint isyanı karşısında İngiltere ne yaptı? Bizzat Amerika'da Hıristiyan zenciler hangi muameleye maruz ve Filipinler'deki Water Cure işkenceleri Washington'ın bilgisi dışında mı yapıldı..."

“... Bir varsayım olarak diyelim ki, ABD’yi işgal etmek için Japonların zencilerle gizli ittifaka girdikleri ortaya çıkmıştır. Acaba bu olaydan sonra zencilerin kaç tanesi sağ kalabilecektir ki, dünyaya burada neler olup bittiğini anlatabilsin?”

Dönemin ABD başkanı Wilson’ın açıklama ve düzeltme isteği üzerine verdiği yanıtta kendisini tutamayarak ABD’nin Yunanistan’a gemi satmasının adil olmadığından bahsetmesi, içişlerine müdahale olarak algılandı ve persona non grata (istenmeyen kişi) ilan edildi. Dönerken İstanbul’a çektiği telgrafta şöyle diyordu: “25 Ekim’de İstanbul’da olacağım. Şayet o tarihe kadar benden bir haber alınmazsa, akıbetimi araştırınız.”

Washington yönetimini asıl kızdıran ise Amerika ve İngiltere, Osmanlı’ya karşı harekete geçmeleri durumunda karşılarında Hint Müslümanları dahil olmak üzere tüm Müslümanları bulacakları tehdidini savurması oldu (Ne var ki dönemin Osmanlı padişahı ve halife V. Mehmet Reşad’ın İngilizler’e karşı ilan ettiği cihad-ı ekber’in işe yaramadığı, Mezopotamya, Gelibolu, Filistin, Mısır ve Doğu Afrika’da savaşan İngiliz ordusunda Hintliler’in bulunmasından ya da Araplar’ın İngilizler’le işbirliği yapmasından anlaşılıyor). Şimşekleri üzerine çekmesinin bir diğer bir sebebi ise I.Dünya Savaşı başladıktan sonra Almanlar’a çok yakın durmasıydı, hatta Almanya'nın Washington Büyükelçisi Kont Bernstorff’a borazanlık yapmakla itham edildi.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Avrupa gazetelerinde Osmanlı lehine yazılar yayınlattı. Mustafa Kemal’le tanıştıktan sonra onunla birlikte hareket etmeye karar verdi. Sivas Kongresi’ne katıldı, Heyet-i Temsiliye’ye istişari (danışman) üye yapıldı. Mustafa Kemal 27 Aralık 1919’da 13 arabalık bir konvoyla Sivas’tan Ankara’ya vardığında Yaver Cevad Abbas ve Rauf Bey’le birlikte arabada bulunan dördüncü kişiydi. İstanbul’da toplanan son Meclis-i Mebusan’ına Ankara milletvekili olarak katıldı. İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan İtilaf Devletleri, 16 Mart 1920’de fiili işgal altında bulunan İstanbul’u resmen işgal ettiklerinde, İngilizler muhalifleri tutuklamak için harekete geçince, işgal konusunda mütereddid olan İtalyan yetkililer Alfred Rüstem Bey’i, hariciye nazırı Ahmet Muhtar ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez komitesi üyelerinden Memduh Şevket’le birlikte gizlice Antalya’ya götürdü. Oradan Ankara'ya geçti. Oluşacak Ankara Hükümeti’nde Mustafa Kemal’in hariciye vekili (dışişleri bakanı) namzetiydi. Mütareke zamanında oluşturulan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemesine Damat Ferit hükümeti döneminde başkan olan Nemrut Mustafa tarafından 24 Mayıs 1920’de ölüme mahkum edilen 7 kişi arasında bulunuyordu.İdama mahkum edilen diğer kişiler, Mustafa Kemal, Bekir Sami Bey, Ali Fuat (Cebesoy), Kara Vasıf, Halide Edip ve eşi Dr. Adnan (Adıvar) idi.

Sivas Kongresi’inde, Mustafa Kemal (Sivas Kongre ve Heyet-i Temsiliye Başkanı)'in solunda Şeyh Hacı Fevzi (Erzincan Nakşibendi şeyhi, Heyet-i Temsiliye üyesiydiyse de Sivas Kongresi'nden sonra memleketi Erzincan'a döndü, daha sonra birinci TBMM'ye Erzincan milletvekili olarak katıldı), Hüseyin Rauf (Orbay, Hamidiye kahramanı, Bahriye Nazırı olarak Mondros'u imzaladı. Sivas Kongre Başkan yardımcısı, Heyet-i Temsiliye üyesi, son Osmanlı Mebusan'ına katıldı, İstanbul'da tutuklandı İngilizler tarafından Malta'ya sürüldü, 1921'de Ankara'ya dönüşünde başvekillik yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucularındandı, İzmir Suikast'inde yargılandı, 10 yıla mahkum oldu).


Sağındakiler, Kadı Hasbi Efendi (MK Samsun'a çıktığında Sivas Vali Vekili idi, görevini Sivas Kongresi sırasında da görev yapan Reşit Paşa'ya devretti), Bekir Sami (Kunduh, Eski Beyrut valisi, Sivas Kongre Başkan yardımcısı, Heyet-i Temsiliye üyesi, son Osmanlı Mebusan'ına katıldı, kapatılmasından sonra Ankara'ya dönüp ilk dışişleri bakanı oldu, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucularından, İzmir Suikast'inde yargılandı, beraat etti), Ahmet (Alfred) Rüstem Efendi (Polonya asıllı, Osmanlı döneminde Washington Büyükelçisi, İstişari Heyet-i Temsiliye üyesi), Hüsrev Sami (Kızıldoğan. Eskişehir delegesi, askerlikten ayrılma, Heyet-i Temsiliye üyesi), Mazhar Müfit Bey (Hakkari delegesi, eski mutasarrıf, Heyet-i Temsiliye üyesi)


Sivas Kongresi devam ederken Mustafa Kemal’le temas kurması için General Harbord başkanlığında Amerika’dan gönderilen bir heyetle, müzakarelerin içinde bulunmasına rağmen, tercümanlığı Robert Kolej öğretmeni Hüseyin Bey yapar, gelen heyet ABD’de yarattığı fırtınaları hatırlamaktadır. ABD’den gelen heyetin amacı Ermeniler’in Anadolu’daki durumunu, olası bir Ermenistan mandasının yerinde olup olmadığını incelemek kadar Anadolu’dan yapılan ağabeylik çağrılarının samimiyetini anlamaktır.

Ahmet Rüstem bey, Ermeni Soykırımı suçlamalarına karşı 1918'de Almanya’da Fransızca olarak yayınladığı ‘Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi’ adlı kitabının önsözünden bir pasajda şöyle diyordu: “ ...bu ülkenin ve Türk halkının onurunu korumak için iki kez düelloda bile dövüştüm ve Türk-Yunan savaşına gönüllü olarak katıldım.”

Dikbaşlılığı, düello merakı ve İngiliz İstihbarat raporlarına göre morfin bağımlısı olması, Mustafa Kemal’in yanında barınmasına da izin vermedi. Çankaya Köşkü’ndeki bir yemek sırasında, henüz yemek bitmeden sigarasını yakması üzerine Mustafa Kemal tarafından uyarılınca sofrayı terketti ve Mustafa Kemal’i düelloya davet etti. Mustafa Kemal’in karşılığı “Frenkçe bir davranış, çocukça. Gidin ikaz edin” oldu. İkaz edildi sakinleştirildi fakat artık Ankara’da barınamayacağı açıktı. Milletvekilliğinden ayrıldı, mücadeleye Avrupa gazetelerine Ankara Hükümeti’ni tanıtan yazılar yollamak suretiyle destek verdi. Mustafa Kemal kendisine 150 lira maaş bağlattı, 1935’te ölene dek bu maaştan başka bir geliri olmadı.


Okumalar:
Avni Özgürel, 2001 ve 2004’te Radikal’de yayınlanan yazıları
Ayşe Hür, Radikal’de yayınlanan yazı dizisi, Mustafa Kemal ve Muhalifleri
Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk
Prof.Dr.Salahi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri
Bülent Özdemir, İngiliz İstihbarat Raporlarında Fişlenen Türkiye
Cengiz Sunay, Son Karar Misak-ı Milli
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz


Yazının devamı

9 Mart 2009 Pazartesi

TÜBİTAK, kendi dergisi, Bilim ve Teknik'i sansürledi

Bir haftadır gazete bayilerinde fellik fellik TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisini arıyorum. Daha önce de birkaç gün geciktiği olmuştu ama bir bayide "artık çıkmayacakmış galiba abi" cevabı alınca "yok deve" demiştim kendi kendime. Bugün dergiyi aldım.

Solda sansürlenen Bilim ve Teknik, sağda bayiye ulaşan (B)İlim ve Teknik

Biraz önce Google'dan sayfama "bilim teknik e sansür" araması düşünce aynı aramayı yaptım ve TÜBİTAK'ın, kendi dergisi, Bilim ve Teknik'i sansürlediği haberine ulaştım. Mart 2009 sayısından Darwin'le ilgili 15 sayfa çıkartılmış. Derginin ilk hali imha edilip yeniden baskıya girildiği için bayiye ulaşması gecikmiş.

Ulan develer, sorasım var, hadi bir bok yediniz yayını sansürlediniz, durumu son anda farkedecek kadar yöneticiliktenden de mi nasibinizi almadınız? Yediğiniz halt, bayideki çocuğun düşündüğü kadar varmış, bu dergi artık çıkmasa da olur!


Yazının devamı

3 Mart 2009 Salı

Osmanlı'da Harf İnkılabı

Kur’an’ın hükümlerini Mecelle adını verdiği kodekse dönüştürerek şeriatı bir hukuk sistemi haline getiren, aslen bu şekilde zamanı için ciddi bir reforma imza atmış olan Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895) Osmanlı’da kullanılan Arap alfabesinin reforma tabi tutulması fikrini ilk dile getiren kişiydi.

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar geçen dönemde alfabe tartışmaları devam etti. Macid Paşa’nın Ermeni alfabesini kullanma veya Dr. İsmail Şükrü Bey’in yeni modern bir alfabe oluşturma fikirleri kabul görmedi. Orhun veya Uygur alfabesini kullanmayı önerenler de çıkmıştı. Falih Rıfkı, Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Ahmed Cevad Emre gibi isimler ise Latin harflerinin kabul edilmesi düşüncesindeydiler.

Osmanlı'nın Harf Inkılabı: Huruf-ı Munfasıla, Yeni Yazı, 1912

Münif Paşa (1830 – 1910) 1862 yılında dönemin aydınlarının bir araya geldiği Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de yaptığı bir konuşmada, Arap harflerinin Türkçe’nin grameri için yetersiz olmasından dolayı yeni işaretler kullanmayı ya da Arap harflerini birbirinden ayrı yazmayı önermişti. Harflerin ayrı yazılması anlamına gelen “huruf-ı munfasılaMilaslı Dr.İsmail Hakkı Bey’in (1870-1939) öncülüğünü yaptığı Islah-ı Huruf Cemiyeti (harflerin iyileştirilmesi için çalışan bir topluluk) tarafından benimsendi ve çıkardıkları Teceddüt (Yeni Yazı) gazetesinde duyuruldu (1912).

Huruf-ı Munfasıla düşüncesi ancak İkinci Meşrutiyet’ten sonra etkisini gösterebildi. Enver Paşa’nın küçük bir farkla (Tanin gazetesinde Ahmed Hikmet Müftüoğlu ve Celal Esad Erseven’in önerisini temel almıştı) bu fikri sahiplenmesiyle verdiği emir üzerine 1913’te Balkan Savaşı devam ederken, ordu içindeki yazışmalar yeni alfabe ile yapılmaya başlandı. Bu alfabe Hatt-ı Cedîd, Hatt-ı Enverî, Ordu Elifbası ve Alman Yazısı gibi isimlerle anıldı.

İsmet (İnönü) Bey, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın bu uygulamasına zamanlama açısından uygun olmadığı gerekçesiyle itiraz etti: “Paşam , yaptığınız büyük bir inkılaptır. Ancak memleketin genç zabitleri ihtiyat subayı olarak bulunuyorlar ve keşiftedirler. Harfler öyle tek tek yazılırsa keşif raporları çok gecikir. Oysa keşif raporlarının hemen ulaşması lazımdır. Bu bakımdan bu büyük eserinizi zaferden sonra tatbik etmek üzere şimdilik erteleseniz”

Mustafa Kemal de Enver Paşa’yı eleştirenler arasındaydı: “Peki, güzel! İyi bir niyet; fakat yarım iş, hem de zamansız. Harp zamanı harf zamanı değildir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır? Ne yapmak için? Muharrerât ve muhaberatı teshil için mi? Bu şimdiki şekil, hem yazmayı, hem okumayı, hem de anlamayı bineanaleyh hem anlaşmayı eskisinden fazla geciktirir ve güçleştirir. Hız isteyen bir zamanda böyle yavaşlatıcı, zihinleri yorup şaşırtıcı bir teşebbüse geçmenin maddi, ameli ve milli ne faydası var? Sonra da madem ki başladın, cesaret et şunu tam yap, medeni bir şekil alsın. “

Enver Paşa, zamanın Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Emrullah Efendi’nin “İlim emirle olmaz” yorumuna “Askerlikte verilen emir de geri alınmaz” karşılığını vermesine rağmen İsmet Bey’in etkisiyle yeni alfabenin kullanımını “zafer sonrası” na kadar erteledi.

Kaynak: OSMANLI DÖNEMİ ALFABE TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA DR. İSMAİL HAKKI BEY VE ISLAH-I HURUF CEMİYETİ, Yusuf AKÇAY

NOT: NTV Tarih Dergisi’nin 2. sayısı, sayfa 57’de yer alan “1928’den önce Latin Alfabesi” yazısında 1804’te (124 yıl önce) Latin harfleriyle yazılmış çok hoş bir Türkçe aşk mektubu yer alıyor. Fakat Enver Paşa’nın yaptığı harf inkılabı için “huruf-ı mukattaa” tabiri kullanılmış, bu Kur’an’daki şifrelere verilen isim ("elif lam mim" gibi). Doğrusu yukardaki yazıda belirtilen “huruf-ı munfasıla” olmalıydı.


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.